Basketbol. Hayır hayır aklınıza spor salonunda oynanan profesyonel maçlar gelmesin. Sokak basketbolu demeliyim herhalde. Gerçek yaşamın güzelliklerini yansıtan, insanların isteseler de kendilerini tutamayıp resmiyetten uzaklaştıkları bir oyun. Her şehrin her mahallesinde en az bir çember vardır kırık da olsa. Bu metal halka insanı fiziken yoran, ruhen dinlendiren atışlarınızı sokamadığınızda ortalığa ağız dolusu küfrettiren bir eğlenceye vesile olur. Dargınları barıştırır, beyni yorgunlara enerji verir. Bu çember herkesin ortak noktası oluverir çevresinde toplanıldığında.
Gündüz sokakta birini görürsünüz. Komşu evdeki pazarlamacı Ahmet amca diyelim. Ya da bir holdingde yönetici olan Faruk abi. Onları gördüğünüzde gözünüze ilk çarpan şey ellerindeki evrak çantaları ve kravatlarıdır. Babacan gülücükleriyle yaklaşırlar yanınıza. Sonra içlerindeki o liseli ortaya çıkar: 'Akşam kapışıyor muyuz dörderden?'
İşte bu cümle onların ortak noktasıdır. Akşam kravatlar, takım elbiseler çıkar, yerine Adidaslar, Nikelar çekilir. Sonra pota altında buluşulur. Geyiklerle beraber maç da başlar:
'Faruk üçlük geliyor bak dikkatli ol sonra demedi deme'
''Bilye mi atıyorsun Ahmet abi allah aşkına ' Kahkahalar atılır bu atışmalarda.
Maçta büyük çekişme olur. Kaçan toplarla beraber takımın yaşlı kurdu Ahmet abi bağırıp çağırmaya başlar:
'Koşsana Türker onu da mı ben alacağım? Ne biçim gençsin sen?'
'Haydi gençler baklava gidiyor bak'
Sonra maç yine kaybedilir. Kaybedilen baklavanın çeki bir dahaki maça kesilir.
Bu giden baklava da ne olursa olsun hep beraber yenir; sen kaybettin, sana yok denmez.
Ahmet amcayla Faruk abiye ne mi olur? Yine parayı ödetmeyip hepsini kendileri verirler.Bu seferlik bizdensiniz derler ama biliyoruz yine ısrar edip yine onlar ödeyecekler. İçlerindeki paylaşma sevinci hiç bitmeyecek.
Bir gün ben de o abilerden biri olmayı umut ediyorum. Ben de bu hayat oyununu oynarken sadece teknik değil sevecen olmayı da seçmek istiyorum. Yaşama sevinci hep o potanın deliğine sığmaz olsun, yancılara da sıçrasın istiyorum...